Subscribe

RSS Feed (xml)



Powered By

Skin Design:
Free Blogger Skins

Powered by Blogger

15 Mayıs 2011 Pazar

KAİNATIN SIRLI ANAHTARI BESMELE


“Mektubu alan Belkıs, ‘£y kavmimin

ileri gelenleri’ dedi. ‘(bana mühim bir

mektup bırakıldı. Süleyman’dan

geliyor ve Rahman ve Rahim olan

Allah’ın adıyla başlıyor.‘”

(Nemi Suresi, 27/29-30)

Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil, ey nefsim, şu mübarek kelime, İslam nişanı olduğu gi­bi, bütün mevcudatın lisan-ı hâl ile vird-i zebanıdır. Bismil­lah ne büyük, tükenmez bir kuvvet, ne çok, bitmez bir be­reket olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle. Şöyle ki:

Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki, bir kabile reisinin ismini alsın ve himayesine girsin—tâ şakile­rin şerrinden kurtulup hâcâtını tedarik edebilsin. Yoksa, tek başıyla, hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olacaktır.

İşte, böyle bir seyahat için, iki adam sahraya çı­kıp gidiyorlar. Onlardan birisi mütevazi idi, diğeri mağrur. Mütevazii, bir reisin ismini aldı; mağrur almadı. Alanı her yerde selâmetle gezdi. Bir kâtıu’t-tarîke rast gelse, der: “Ben filân reisin ismiyle gezerim.” Şakî def olur gider, ilişemez. Bir çadıra girse o nam ile hürmet görür. Öteki mağrur, bütün seyahatinde öyle belâlar çeker ki, tarif edil­mez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil, hem rezil oldu.

İşte, ey mağrur nefsim, sen o seyyahsın. Şu dünya ise bir çöldür. Aczin, fakrın hadsizdir. Düşmanın, hâcâtın nihayet­sizdir. Madem öyledir; şu sahranın Mâlik-i Ebedî ve Hâ-kim-i Ezelîsinin ismini al. Ta bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisâtın karşısında titremeden kurtulasın.

Evet, bu kelime öyle mübarek bir definedir ki, senin niha­yetsiz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz kudrete, rahmete raptedip Kadîr-i Rahimin dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçi yapar. Evet, bu kelime ile hareket eden, o adama benzer ki, askere kaydolur, devlet namına hareket eder, hiçbir kimseden pervası kalmaz. Kanun namına, devlet namına der, her işi yapar, her şeye karşı dayanır.( Bediüzzaman Said Nursî, Sözler (Birinci Söz), s. 27, Söz Basım Yayın.)

Neden besmele?

Esbab-ı zahiriye eliyle gelen nimetleri o esbap hesabına almamak gerektir. Eğer o sebep ihtiyar sahibi değilse (meselâ hayvan ve ağaç gibi), doğrudan doğruya o nimeti Cenab-ı Hak hesabına verir. Madem o lisan-ı hal ile Bismil­lah der, sana verir. Sen de Allah hesabına olarak Bismillah de, al.

Eğer o sebep ihtiyar sahibi ise, o Bismillah demeli, sonra ondan al. Yoksa alma. Çünkü “Ve lâ te’kû/ü mimma lem yüzkerismullâhi aleyh”(Üzerine Allah’ın adı zikredilmeyen şeylerden yemeyin!” En’âm Suresi, 6/121.)

ayet inin mana-yı sarihinden başka bir mana-yı işarîsi şudur ki: “Mün’im-i Hakikîyi hatıra ge­tirmeyen ve 0′n.un namıyla verilmeyen nimeti yemeyiniz” demektir.

O halde, hem veren Bismillah demeli, hem alan Bismillah demeli. Eğer o Bismillah demiyor, fakat sen de almaya


muhtaçsan, sen Bismillah de, onun başı üstünde rahmet-i İlâhiyenin elini gör, şükürle öp, ondan al. Yani, nimetten in’âma bak, in’amdan Mün’im-i Hakikîyi düşün. Bu düşün­mek bir şükürdür. Sonra o zahirîvasıtaya istersen dua et; çünkü o nimet onun eliyle size gönderildi.(Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar (On Yedinci Lem’a), s. 230, Söz Basım Yayın.)


Zikir, fikir ve şükür…

Bu bölümde Birinci Söz’ü daha iyi anlayabilmemizi sağla­yacak bazı temel bilgi ve terimlere yer vereceğiz. Bu bilgiler “besmele”nin ehemmiyetini daha iyi anlamamızı sağlayacak­tır. Buradaki bazı tanımlar aynı zamanda kafamızdaki bilin­dik tariflerin yerini alacak ve bakış açımızı değiştirecektir.

ı. Fikir:

Fikir, İslamî literatürde daha çok “tefekkür” ola­rak bilinir ve kullanılır. Varlıklara ve nimetlere Allah’ın he­sabına, O’nun isimlerinin manalarını okumaya çalışarak bakmaktır. Olayları ve nesneleri imam ve Kur’anî bir dü­şünce yapısıyla değerlendirmektir. Bu iki türlü yapılır: Enfüsî tefekkür ve afakî tefekkür…

a) Enfüsî (iç âlemimize yönelik) tefekkür: İsminden de anlaşılacağı gibi içe dönük bir düşünme sistemidir. İnsanın, kendi özüne ve iç âlemine yönelerek, kendini ve manevî yapı­sını sorgulayarak marifetullahta yol almasıdır. Bu tefekkür sistemi bir ayet-i kerimede şöyle zikredilmiştir:

“Kesin olarak iman edenler için yeryüzünde ve kendi ne­fislerinde nice deliller vardır. Hâlâ görmez misiniz?”( Zâriyât Suresi, 51/20-1.)

b) Afakî (dış âleme bakan) tefekkür: Beş duyu organımızla algıladığımız âlem ve edindiğimiz bilgiler ışığında marifetullahı artırma çabasıdır. Bu hususta birçok Kur’an ayetleri ve Risale-i Nur ufkumuzu açacaktır. Özellikle Kur’an-ı Kerim bu tefekkürü uygulamamız için bizi teşvik etmektedir.

“Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: Bunlarda büyük bir günah ve insanlar için bazı faydalar vardır. Fakat günah­ları, faydalarından daha büyüktür. Bir de sana, neyi bağışla­yacaklarını soruyorlar. Sen, İhtiyacınızdan fazlasını bağışla­yın’ de. İşte Allah ayetlerini ve hükümlerini size böyle açıklı­yor ki, düşünesiniz.”( Bakara Suresi, 2/219.)

“Sizden biriniz ister mi ki, onun hurma ve üzüm ağaçlarıy­la dolu, altından ırmaklar akan bir bahçesi bulunsun, o bah­çede her çeşitten meyveler olsun da, sonra, evlatları da âciz ve zayıf oldukları halde o kimsenin kendisine ihtiyarlık çok­sun, o bahçeye de içinde ateş bulunan bir kasırga isabet etsin ve onu bir anda yakıp kül ediversin? İşte, Allah rızasını mak­sat yapmak yerine, insanlara gösteriş olsun diye yapılan ve başa kakarak eziyet vermekle boşa çıkan iyiliklerin akıbeti de bunun gibidir. Allah size ayetlerini böylece açıklar ki, düşü­nüp ibret alasınız. “( Bakara Suresi, 2/266.)

“Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl bina edip süs­ledik ki, hiçbir gediği yoktur. Yeryüzünü döşedik, onda sabit dağlar yarattık, onda her güzel çiftten bitkiler yeşerttik. Hak­ka yönelen her bir kul için bunlar görüp ibret alınacak delil­lerdir. “( Kaf Suresi, 50/6-7)

2. Zikir: Zikrin kelime manası “anma” “yâd etme” demek­tir. Yâd edilmeye, anılmaya en layık, Allah olduğu için zikir kelimesi söylenir söylenmez hemen Allah’ı zikretme manası ve manevî havası ruhlarda canlanır. Zikir bir iman nişanı, bir ibadet alameti, bir İslam simgesidir. Zikir, Kur’an-ı Kerim’de bizzat Kur’an’ın ismi olarak da geçmektedir. Bir ayet-i keri­mede “Şüphesiz ki bu zikri, Kur’an’ı Biz indirdik ve onu koru­yacak olan da Biziz”( Hicr Suresi, 15/9.)buyurur Allah-u Teala…

“Ama kim Benim zikrimden yüz çevirirse, kitabımı dinle­mez ve Beni anmaktan gaflet ederse, ona dar bir geçim veri­riz ve Biz onu kıyamet günü kor olarak diriltir, hasrederiz. O zaman ‘Ya Rabbi,’ der, ‘Ben gözleri gören biri olduğum halde, neden beni kor olarak hasrettin?’ Allah buyurur: ‘Evet, öy­leydin. Fakat sana ayetlerimiz geldiğinde sen onları unutmuştun. Bugün de sen böyle unutulursun.’”( Taha 20/124-6.)

Namaz kılan bir mü’min Allah’ı anmakta, zikretmektedir. Bu zikir abdestle başlar. O’nun huzuruna çıkacağının şuuru içinde, Habib-i Ekrem’in (a.s.m.) öğrettiği biçimde O’nu zik­retmektedir. Namaz kılan bir mü’min, Kur’an okuyan bir mü’min, bir taraftan da okuduğu namaz içindeki ve dışındaki surelerin, ayetlerin manalarını düşünür. Kalbi okuduğu şeye göre Rabbi ile alaka kurar. Tabiî ki; manasını biliyorsa… Şa­yet bilmiyorsa hiç olmazsa kısa surelerin, ezberlerinin mana­larını her mü’min Kur’an meal ve tefsirlerinden öğrenmeli­dir. İşte gerçek zikri o zaman yapar, kalbi haşyet ve hayretle dolar. Gözyaşları ile gözünü zikrettirir, dili ile zikreder, kalbi ile zikreder, dinlerken zikreder. Hülasa, âlem gibi küçük âlem olan bedenimiz de zikreder.

3. Şükür: Teşekkür etmektir. Verene minnet duymak, ka­dir bilmek, küfran-ı nimet sayılan nankörlüğü yapmayarak şükran-ı nimette bulunmaktır.

Taksisine bindiğimiz bir dostumuza candan teşekkürler yağdırırken, her gün yirmi dört saat üzerinde seyahat ettiği­miz bu arz küresinin Sahibine şükür secdesi yapamıyorsak, “şükrün” hakikatiyle alakamız yok demektir.

Şükrün çok çeşitleri vardır. Fihriste-i umumiyesi ve en kıymetlisi namazdır. Özetle; bir yaz meyvesini yedik. Onu kuş gibi yemek olmaz. Önce “Bismillah” der zikrederiz, ar­dından o renk, tat, güzellik karşısında tefekkür ederiz. İlim, Kudret sıfatlarını ve Sani, Rezzak isimlerini görürüz gözü­müzle… Sonra yeriz ve “Elhamdülillah” der, şükrederiz.

Besmelenin güzelliği…

“Besmele, bütün hayırlı işlerin başıdır. O Arş-ı Azam’dan insanların eline uzatılmış miranı bir halattan ibarettir. ‘Bismillah’a dayanan insan, bütün kainata meydan okuyabilir. Çünkü orada Allah’a güvenme, dayanma ve itimat etmekten bahsedilmektedir. Dünyanın kapısı ‘Bismillah’la açılmıştır. Kainat ‘Bismillah’la kurulmuştur. Her hadise ‘Bismillah’la meydana gelir. Ve kıyamet ‘Bismillah’la kopacak, Haşr-ü Neşr, cennet-cehennem ‘Bismillah’la teessüs edecek, mü’minler ‘Bismillah’ deyip cennetin kapısını açacak ve orada, anlatılan Allah’ı, Rahman ve Rahim olan Zat’ı göreceklerdir. Âlem ‘Bismillah’la başladığı gibi ‘Bismillah’la bitecektir.

“…Bismillah, Beraat (Tevbe) Suresi müstesna Kur’an’ın bütün surelerinin başında vardır. Tevbe Suresi de ‘beraetün’ kelimesi ile yani ‘b’ ile başlar. Besmelenin ‘b’ si, Sure-i Tevbe’nin ilk kelimesi olan ‘b’sinin noktasında gizlidir. Kur’an yazan her katibin besmeleyi bütün surelerin başına yazması icma ile farzdır. Yazmayan haram işlemiş olur.

Şafiilere göre bir görüş müstesna bütün mezheplere göre hayvanlar kesilir­ken besmele çekilmesi farzdır. Ayrı bir mesele de, namaz da Fatiha’dan önce ‘Besmele’ çekmek Şafiî mezhebine göre farz, Hanefî mezhebine göre sünnet olduğu hususudur.

Ancak Malikî mezhebine göre Besmele mendub değildir. Çünkü İmam-ı Malik (r.a.) ‘Mektup Süleyman’dandır, Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla başlamaktadır’(Nemi Suresi, 27/30.)ayetiyle anlatılan, ya­rım ayet şeklinde kendisini gösteren Bismillah müstesna, Kur’an-ı Kerim’de yüz on üç yerde geçen Bismillah’ı, ayet ka­bul etmemektedir.

“Bismillah’ı bazıları müstakil birer ayet saymışlar, bazıları da başında bulunduğu sureden bir parçadır demişler. Hayat­ta her şeyin anahtarı durumunda olan Bismillah, Kur’an’daki surelerin de anahtarı durumundadır. İster sureleri birbirin­den ayırmak, isterse o sureye bereket getirmek ve isterse o sureyi anlama, gereğiyle amel etmek mevzuunda Allah’ın yardımını dileme ve dilenmek için olsun, kısacası ne maksat­la yazılırsa yazılsın o, arş-ı azamdan insanların kalbine uzan­mış nuranî bir iptir, manasında ki ulviyeti kavrayıp, feyizle­rinden istifade eden insanlar, Besmeleye tutunarak insanî ar­şa çıkabilirler.

“Allah (c.c.) kainatta var olan bütün hakikatleri, gönderil­diği kitaplarda şerh ve izah etmiştir. Bu yüce hakikatleri Al­lah, ona gönülleri kendi arşına makes olabilecek peygamber­lerin sinesinde mana, dillerinde harf ve kelime olarak ifade etmiştir. Bütün bu mukaddes kitap ve sahifelerde anlatılan hususlar en son kitap Kur’an’da tafsil edilmiştir. Kur’an-ı Ke­rim, bütünüyle Fatiha Suresi’nde, Fatiha Suresi de Besmele’de hülasa edilir. İşte besmele, bütün peygamberler ve ki­tapları birbirine bağlayan böyle nuranî bir iptir. Kainatta var olan bütün hakikatler bir nüve halinde, muhakkak surette Besmele’de yer almaktadır. Ancak onu bulup çıkarmaya, her­kes muvaffak olamaz.”( M. Fethullah Gülen, Fatiha Üzerine Mülahazalar.)

Şeytanın eli…

Huzeyfe (r.a.) anlatıyor:

Biz Resulullah’ın (a.s.m.) yanında yemeğe oturunca, Resulullah yemeye başlamadıkça, kesinlikle elimizi yemeğe vurmazdık. Bir seferinde yine onunla yemeğe oturmuştuk. Derken bir cariye (küçük kız çocuğu) geldi, sanki arkasından bir iteni var gibi hemen elini yemeğe soktu. Resulullah elin­den tuttu. Arkadan bir bedevi geldi, sanki onun da arkasından iten biri vardı, aceleyle o da elini yemeğe soktu. Aleyhissalatu Vesselam onun da elinden tuttu. Ve şunu söyledi:

“Şeytan, üzerine Allah’ın ismi zikredilmeyen yemeği ken­dine helal addeder. Nitekim, sayesinde yemeğimizi kendine helal kılmak için bu cariyeyi getirdi. Ben de elinden tuttum. Bunun üzerine şu bedeviyi getirip onunla yemeği kendine he­lal kılmak istedi, ben onun da elinden tuttum. Nefsim elinde olan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun şeytanın eli o ikisinin eliyle birlikte avucumdadır.” Resulullah, bunları söyledikten sonra besmele çekip yemeye başladı.( Müslim. Eşribe 102; Ebu Davud, Et’ime 16.)

Zehirin tesirini kıran besmele…

Hayber Savaşı ‘nda bir kadın, bir keçiyi kızartıp, çok tesirli bir zehirle zehirlemiş ve Peygamberimize (a.s.m.) gönder­mişti. Sahabiler yemeye başlayınca Efendimiz birden, “Elle­rinizi kaldırın, o bana zehirli olduğunu söylüyor” dedi. Herkes elini çekti. Fakat o şiddetli zehirin tesirinden, Bişr ibn Bera (r.a.), aldığı bir tek lokma ile vefat etti. Peygamberimiz o kadını çağırdı, “Neden yaptın” diye sordu. Kadın, “Eğer sen Peygambersen sana zarar vermeyecekti. Eğer peygamber de­ğilsen, senden insanları kurtarmak için yaptım” dedi. Pey­gamberimiz (a.s.m.), zehirli olduğu haberinden sonra, “Bis­millah deyiniz ve ondan sonra yeyiniz, daha zehir tesir etme­yecektir” buyurdu. Gerçekten de tesir etmemiştir.( Safvet Senih, Hazinelerin Anahtarı Besmele, s. 68.)

O isme, haşarat bile saygılıdır

Boykot olayında Mekke müşrikleri, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (a.s.m.) sülalesi Haşimoğullan’na karşı tam bir boykota karar verdiler. Münasebeti kesmeye, kız alıp-vermemeye, alış-veriş yapmamaya, onlarla konuşmamaya, hastalarını ziyaret ve ölülerini taziye etmemeye karar verip,

bu kararlarını bir sayfaya yazdılar. Haşimoğullarını iki dağ arasındaki bir mahallede ablukaya aldılar. Bu boykot üç sene kadar sürdü.

Cenab-ı Hak, Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (a.s.m.) bu belgenin güveler tarafından yenmiş olduğunu, sadece “Al­lah” isminin kaldığını bildirmişti. Bu vahiy bilgisini Peygam­berimiz Hz. Muhammed (a.s.m.), amcası Ebu Talib’e bildirdi. O da Kureyşlilere anlattı. Fakat onlar inanmadılar. Ama du­vara asılı olan belgeyi getirip baktıklarında, sadece Allah is­minin kaldığını gördüler.( Safvet Senih, Hazinelerin Anahtarı Besmele, s. 69)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder